Forum Akenna  

Geri git   Forum Akenna > Hayatın İcinden Hayata Dair Olan Hersey > Kültür Sanat
Kayıt ol Yardım Community Ajanda Bugünki Mesajlar Arama

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 05-08-2010, 04:39   #1
Administrator
Avatar Yok
 Özel Mesaj       Arkadas Listesine Ekle
K.Tarihi: Apr 2010
Üye Numarası: 23
Arkadaşlar: 0
Konular:
Mesajlar: 547
Rép Puanı: 10
Rép Grafiği:
Standart Panamara Esintileri

Panamara Esintileri

Girme Deresi’ni tırmanırken ardı arkası kesilmeyen serçelerin güz uçuşlarını izliyorum. Birden göz ufkuma girip müthiş bir cıvıldaşmayla ağaçlara, çalılara kona kalka geçip gidiyorlar. Dere, uzun süren yazla coşkusunu yitirmiş. Kayalardan kayalara seken su, sanki çevresini ninniliyor. Kavak dallarının arasından yükselen sesi dinleyebilmek için iyice kulak vermek ve serçe ötüşlerinin kesilmesini beklemek gerek.

Sevgili kardeşim Sakin Koşar, yine sözümü kırmadı, önüme düştü. Bu kez Bozüyük Belediye Başkanı Yaşar Gencel ve coğrafyacı arkadaşım Hüseyin Ünlü’yü de sürüklüyoruz maceramıza.

Buraları “Şehre Kaçış” romanımın bir bölümünde anlattığım yerler. Dereyi tam arkamıza aldığımız an yüksek ağaçlar bitiveriyor. Artık belleğime kazınmış görüntülerden eser yok. Yamaçlar kömür çıkarmak için kazılmış, tepeler tersyüz edilmiş. Bir zamanlar döne dolaşa ulu çamların arasından tırmandığımız köyde birkaç eski ev kalmış. Evler, tarlalar istimlâk edilince herkes bir tarafa dağılmış. Kalanlar gidebilecek gücü olmayan yoksullar ve yaşlılar.

Köyün dar sokaklarından güneydeki dereye iniyoruz. Oralarda bir yerlerde bir melengiç ağacına aşılanmış fıstık olmalıydı. Göremedim, yıkımlar onu da vurmuş olmalı. Dereyi geçer geçmez bizi, çocukluğumuzda tanelerinden boncuk, kolye yaptığımız tespih çalıları selamlıyor.

Arabamız döne dolaşa tepeyi tırmanıyor. Yol dar ve bozuk. Çalılar, top top, küt. Belli ki keçilerin hışmından filiz bile verememişler.

Rehberimiz İzzet Saral dışında Panamara’yı daha önce görenimiz yok. Bir dönemeci daha dönerken,

- Burada duralım. Bundan sonra araba için zor olabilir. Yürüyelim, diyor.

Çalılar buralarda seyrekleşiyor. Dev bir testerenin gökten inerek dilimlediği kurşun renkli kayalara basa basa tırmanmaya başlıyoruz. Yokuş dik. Küme küme püren çiçeklerinin her biri ayrı bir arı kovanı gibi. Ovadaki ağır ve yorgun havadan burada eser yok. Durup bu duru havayı derin derin solumak istiyorum. Ama Sakin adının yanlışlığını, başkan da soyadının gerçekliğini kanıtlarcasına çoktan tepeyi tırmanmışlar.

Karya’da Zeus’a adanmış birçok tapınak var. Zeus Panamaros da onlardan biri. Buralara bir tapınak yapılmasının gerekçelerini anlamaya çalışıyorum. Dönüp gerilere bakıyorum. Stratonikeia nerelerde acaba? Şu tepenin ardında, ama o tepelerin ardında da başka tepeler var. Kuş uçumu en az 9km olmalı. Hekate de Stratonikeia’ya o yaklaşık o kadar uzakta. Bir kentin, güney ve kuzey doğusunda iki tapınağıyla oluşturduğu ikizkenar üçgenin ezoterik bir anlamı olabilir mi, diye geçiriyorum içimden. Biri ovada, öteki tüm ovaya hakim tepenin üstünde. Ovadaki karanlıkların Tanrıçası Hekate’nin, bu da Zeus’un.

Panamaros “Çok nazik”, Panamarios ise “tüm gün ışığı” demekmiş. Vakti zamanında burada her yıl Panamaria; dönüşümlü olarak da her iki yılda bir Hera için dört gün süren Heraia şenlikleri ve iki gün süren Komyria şenlikleri düzenlenirmiş. Komyria şenliğinde Zeus'un eşi Hera’yı ziyareti temsili olarak anlatmak amacıyla kült heykeli tören alayı eşliğinde Panamara'dan çıkıp Stratonikeia'ya gider ve on gün sonra "kutsal evlilik" olayının gerçekleşeceği Panamara'ya dönermiş.

Tepeye vardığımda ulu çamların uğultusu dinliyorum bir süre. Höyük orada. Yüksek gerilim hattı direğini tam da höyüğün tepesine dikmişler. Öfkelenmemek mümkün mü; ama kime? Buraya bu direği diken gariban işçi ne bilsin Panamara’yı? Ne var ki mühendisler bilmeli; bilmiyorlarsa da bilenlere sormalılar. Sakin kardeşimin adından eser kalmamış. Öfkeyle bağırıyor.

- Yazık, yazık! Talan etmişler buraları.

Gerçekten her taraf köstebek yuvasına dönmüş. Define arayıcıları kazıyı belli ki arkeologlardan önce üstlenmişler. Çevrede bir sürü yazılı taş var. Hiçbir yerde görmediğim kadar da keramik kırığı. Bu taşlarda yazılanlar, yağdanlık, bardak, testi parçaları ne olabilir ki?

Burada, Karialılar saç adama törenleri yaparlarmış. Bu törenlerde adakta bulunanlar saçlarını keser, içlerinde nişler bulunan küçük stellere veya altarlara koyarmış. Kendine bir stel alacak durumda olmayanlar ise tapınağın duvarına bir delik açıp saçını oraya yerleştirirmiş. Onlar, saçlarının Tanrı ile aralarında bağ olduğuna, kutsal mekânı terk ettikten sonra da bu bağın süreceğine inanırlarmış. Aklıma bir süre buralara hükmetmiş III. Ptolemy’nin eşi Berenis ‘in öyküsü yerleşiyor. Catullus’un:

O ki sonsuzluğu, alev alev varolan tesellinin

Bir sönüp bir doğduğu gökyüzünde gözlemlemiştir

Nasıl karardığını hızlı güneşin yakıcı güzelliğinin

dizeleriyle şiirleştirdiği Berenis’in Saçı (De Coma Berenices) gibi kim bilir kaç aşkın tanığı saç bırakılmıştı bu tapınağa. Şimdi saçların gökyüzünde yıldız olduğu eskil aşklar yok.

Gözümü ufka dikiyorum: Karşıda Göktepe. Ben oraya Karia’nın çatısı derim. Ne zaman oraya çıksam, bir kayanın üstünde kendi çevremde bir daire çizer; renkten renge giren ovaları, yemyeşil yamaçları ve gümüş zirveli dağlarıyla Karia’yı belleğime nakşederim. Bilirim deniz, orada dağların arkasındadır. Çünkü içime çektiğim meltemler deniz kokuludur. Panamara’nın denizden yüksekliği olsa olsa 600-650 metredir. Ama çevredeki vadiler ve küçük ovalar kendisinden yüksek dağları ötelere atıyor. Sanki Karia’nın zirvesindeymişim gibi bir duyguya kapılıyorum. “Kendine öyle bir yar seç ki Dünya yıkılsa bile başına yıkılmasın.” sözünün buranın tapınak yeri olarak belirlenmesindeki önemini bir kez daha kavrıyorum.

Bir büyü var sanki burada. İnsan, birden kendinden uzaklaşıyor; ta aşağılarda Belen Kahvesi’nin oralarda bir hiç uğruna ölümlere yakılmış türkülerle buluşuyor. Geçmişten an’a zirve tutkusuyla, gökyüzüne yakın olma duygusunu ilişkilendirmeye çalışıyor; sonra güneşi sırtına alıp içi dışı umut geleceğe yürüyor.

- Gidelim, diyor, Yaşar Başkan.

Kalsam mı acaba buralarda. Hani şu çam kozalaklarının arasında bir ağustosböceği yumurtası olsam, insem köklere ve an’la sonrayı bağlayan bir köprü niyetine beklesem yılları. Ağustos böceği yumurtası olmak zor… Ama kimselere çaktırmadan saçlarımdan birkaç tel koparıp bir taş kovuğuna bırakıyorum. İnanç bu. İnsan nerede varsa orada inanç da var. O, ilkçağlardan günümüze gelecek umudunun suyu havası gibi bir şey.

Soluk soluğa çıktığımız yamaçtan şimdi yuvarlana yuvarlana iniyoruz. Yeşille morpembenin bu kadar uyumlu olduğunu daha önce hiç görmemiştim. Onca bal arısının arasına elimi sokup bir dal püren koparıyorum. Bunca vızıltı, uğultu, çağıltı ve cıvıltıya karşın ruhumu sağaltan bir dinginliği geride bırakıyorum.

Umut bu: “Panamara, ölü toprağını atmış üstünden, bütün ihtişamıyla ayaklanmış; bol gök gürültülü, şimşekli yağmur ardından Göktepe’yle arasına bir gökkuşağı çekmiş. Yaşanası aşklar için saçlarından bir tel olsun adayabilenler “Berenis’in Saçı” dizelerini bir ağızdan okuyor.




benimle_dans_et isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Tag Ekle
esintileri, panamara


Yetkileriniz
Sizin Yeni Konu Acma Yetkiniz var yok
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı

Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Şu Anki Saat: 08:04